Kasım 29, 2013

sosyal medya hapishanesi

Dövüş Kulübü filminde Tyler Durden; "Biz erkekler avcı olarak tasarlandık ve artık bir alışveriş toplumundayız; öldürecek, dövüşecek, üstesinden gelinecek ve keşfedilecek hiçbir şey yok. Bu sıradan adam, o sosyal kısırlaştırma içinde yaratıldı" dediğinde ruhumuzun derinlerinde hak vermedik mi ona? Kadınların erkeklere evlenme teklif etmesinin medeniyet, bir çocuk peydahlayıp ağına düşürmesinin akıllılık, kocasının önüne bir tabak sıcak yemek koymamasının maharet sayıldığı bir dünyada, bilinçaltında sahiplendiği o kutsal kadın imajına yabancılaşan erkek neyi, kimi, neden avlayacak? Yatağına attığı kadınlar erkeğin elinin kiri sayılıyorsa, sevdiği kadını nasıl cinsel obje yapacak bu adam? Peki, yapamayınca nerede harcayacak yaradılışındaki avcı dürtülerini? Sözün kısası, doğasından ayrılan kadın da erkek de tükenecek; mecbur...
Belki de Freud haklıydı; belki de gerçekten özgürlüğün antiteziydi uygarlık! Günümüzde her şey farklılaşıyor; aşk özgür değil artık... Kaçan ve kovalayan yer değiştirdiğinden beri hapiste yataklar! Bunun sonucu mu: Kadınlar ya bir erkeğin çocuğunun annesi ya da metresi, erkekler ise ya aseksüel bir baba ya da andropoza girmiş, tatminsiz bir Don Juan çakması. Avcılığı elinden alınan erkek ve hayatın içindeki medeni koşuşturmada dişiliğini unutan kadın... Sonuç: Yatakta tükenmişlik sendromu!
50'li yılların aşk çocukları hippiler neler yapmışlardı oysa özgürleşmek için... Erkekler bellerine kadar uzattıkları saçları ve bol pantolonlarının altına giydikleri sandaletleri; kadınlar ise çöpe attıkları sutyenlerinin yokluğunu iyice açığa çıkaran beyaz mini elbiseleriyle adeta meydan okumuşlardı tükenmişliğe. Ama sonuç ne oldu? Hippilerin tercihi Birkenstock sandaletler, acid sembolü gülen yüzlü meşhur smiley iğneleri ve gökkuşağı bayrakları vitrinlerde yerlerini aldı. Özgürleşmeye giden her yol bir pazarlama fırsatı olduğunda başlıyor belki de sendrom. Muhteşem Yüzyıl dizisinin unutulmaz "Hürrem"i Meryem Uzerli'nin, bir televizyon röportajında, etraflarını çevreleyen gazetecilerden rahatsız gibi davranan sevgilisinin aslında o ilgiden hoşlanıyor olduğunu söylediğini hatırlıyorum. İnsanların bile sırf şöhretleri olduğu için birer pazarlama fırsatı olarak görülebildiği bir dünyada kim tükenmez sorarım size! Mottosu "daha çok", öznesi "ben", yüklemi "istemek" zamane insanının. Sevilmek yetmiyor artık, tapılmak istiyoruz adeta! "Ben" büyüdükçe "biz" küçülüyor; ne ironik bir denklem... Kendimizi pazarlıyoruz sosyal medya mecralarında aldığımız "like"lar kadar cennette bazılarımız! Başkaları tarafından takdir görmeye, sevilmeye ne çok ihtiyacımız varmış meğer. Eskiden sadece televizyonlarda gördüğümüz reklam aşkları şimdi her yerde. İşte yine karşımızda: Tükenmişlik sendromu!
Özellikle son yıllarda, teknolojinin de fazlasıyla hızlı gelişmesiyle, ne de çok değişti hayatlar. Bazı zamanlar, "Kaşık gerçekten de yok galiba" diyorum içine girdiğimiz şu Matrix dünyaya bakıp! Filmde o cümleyi ilk duyduğumda ne saçma gelmişti oysa... Ama şimdi içimde hissediyorum anlamını! Gösteri Toplumu adlı kitabın yazarı Debord'un tezi geliyor aklıma: "İçinde yaşadığımız dünya gerçek değildir..." Ona göre "aşırı tüketim" her otantik insan deneyimini alıp bir metaya çevirir ve sonra da medya aracılığıyla bize geri satar. Böylelikle insan hayatının her parçası, medyatik sembollerle temsil edilen bir gösteri içerisine çekilir. Bilinçaltımızın görsel sembollerle harekete geçtiği düşünülürse ne kadar da ürkütücü aslında... Tüketmeye şartlanmış, tabiri caizse programlanmış beyinler ve insanlığın içine çekildiği o dipsiz sendrom!
"Peki, insan ne yapabilir kendini kemiren sendromlardan kurtulmak için" diye kafa yoranların ise yüzyıllardır geldikleri nokta şu: "Her koyun kendi bacağından asılır." Örnek vermek gerekirse: Platon, dünyadaki hayatı karanlık bir mağarayla karşılaştırır; oradaki esirler prangalarla yere zincirlenmişlerdir ve yalnızca ateş ışığında duvarda oynaşan gölgelerini görürler. Bir esir kaçıp dışarı çıktığında, gerçek sandığı dünyanın bir yanılsama ağından başka şey olmadığını keşfeder. Arkadaşlarının içeride kavga ettikleri gölgeler kendileridir... Bu büyük haberi dostlarına iletmek için mağaraya döner ama eski yoldaşlarının halen amaçsızca kendi gölgeleriyle kavga ettiklerini görür. Çaresi susmaktır, çünkü o ne kadar bilse de anlatabildiği karşısındakinin anlayacağı kadar olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder